Research Assistant & Visiting Lecturer
Queen Mary, Unversity Of London, Politics and International Relations
Nur Köprülü Doktora eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında tamamladı. Yakın Doğu Üniversitesi, Yakın Doğu Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Akademik çalışmalarını ağırlıklı olarak Arap Dünyası, özelde ise Ürdün Haşimi Krallığı ve Orta Doğu bölgesindeki siyasal liberalleşme süreçleri çerçevesinde yürüten Köprülü’nün Orta Doğu’da demokratikleşme ve kimlik politikaları, Lübnan ve Ürdün’de yaşayan Filistinlilere ilişkin yayınları bulunmaktadır. /// Nur Koprülü received her Phd degree at the Middle East Technical University (METU) in international relations, and now works as a lecturer at the Near East University in the Department of International Relations. Specialized on the democratization movements and politics of identity in the Arab world in general, and the Hashemite Kingdom of Jordan and political liberalization process in particular, Köprülü published articles on processes of democratization &politics of identity in the Middle East, Lebanon and Palestinians in Jordan.
Queen Mary, Unversity Of London, Politics and International Relations
Near East University, Near East Institute
Near East University, Department of International Relations, FEAS
Cyprus International University, Department of International Relations
International Relations
Middle East Technical University
International Relations
Middle East Technical University
International Relations
Eastern Mediterranean University
-
The Hashemite Kingdom of Jordan is mostly characterized as a binational society in the Arab world due to the influx of a huge Palestinian community in the aftermath of the 1948–1949 and 1967 Arab–Israeli wars. Jordan epitomizes a case that can often be found in the region where pan-Arabist, Palestinian, and tribal identities interact and interplay with one another. Particularly, the annexation of the West Bank by the Hashemites in 1950 has been highly influential in making and molding the politics of identity in the Kingdom till now. Following the 1948 Arab–Israeli War, the vast majority of Palestinians fled to neighboring Arab countries, Jordan in particular. Jordan also represents the only Arab country granting Palestinians the right to citizenship. The entry of Palestinians and the re-demarcation of the borders of the Kingdom after the Arab–Israeli wars of 1948 and 1967 were detrimental in constructing Jordan’s politics of identity hitherto. The Kingdom’s policy of granting citizenship to Palestinians following the annexation of the West Bank was central in justifying and legitimating the incorporation of the West Bank territories. Thus, one of the key measures of the Kingdom in normalizing the ties between the East Bank and West Bank citizens of Jordan in the post-annexation era was the implementation of the idea of “Jordan is homeland” for both Jordanian-Jordanians and Jordanians of Palestinian descent. In addition, the unification of the two Banks stimulated the Kingdom to take measures to construct this very hybrid identity through referring to both Arab nationalist goals and commitment to Palestinian issue. In this respect, it is imperative to analyze the ways in which the coexistence of Palestinian and Jordanian identities gave rise to an “East Bank” Jordanian identity precisely after the civil war of 1970–1971, and to inspect the state’s responses in amalgamating and co-opting Palestinians and Palestinian identity in Jordan.
Ürdün ve Filistin varlığını oluşturan tarihsel ve siyasal bağlar göz önüne alındığında, “kimlik” tartışmaları Ürdün’ün ulus-oluşturma sürecinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Aslında Ürdün’de kimlik oluşturma süreci, Orta Doğu’da yaygın olarak rastlanan çoklu kimliklerin (alt-devlet, devlet ve ulus-üstü) toprağa dayalı kimlikleri sınırlandırması bakımından bölge toplumlarının ulusoluşturma süreçleriyle örtüşmektedir. Bu noktadan hareketle, bölgedeki geçirgen tutunum ideolojileri ve ulus-üstü bağlılıklar ön plana alındığında konstrüktivizm Orta Doğu genelinde ve Ürdün özelinde kimlik politikalarını incelerken en uygun kuramsal yaklaşım olmaktadır. Ürdün Emirliği’nin kurulduğu 1921 yılından bu yana, kimlik en hassas konulardan birisini oluşturmuştur. Emirlik, 1923 yılında İngilizler tarafından ayrı bir entite olarak kurulduğunda Ürdün Nehri’nin doğu yakasında yaşayanlar o tarihten itibaren Mavera-i Ürdünlü olarak kabul edilmiştir. Emir Abdullah’ın Mavera-i Ürdün’ün yerlisi olmadığı düşünülürse, yerli halk olarak Doğu Yakalıların kabul edilmesi bir tesadüf değildir. Bu bağlamda, Ürdün kimlik ve ulus oluşturma süreci birçok yazar tarafından zaman içerisinde pekiştirilmiş ‘yapay’ bir varlık olarak kabul edilmektedir. Yüzde 93 Arap nüfusu ile Ürdün bölgedeki diğer ülkelere kıyasla homojen bir toplum barındırmaktadır. Ancak Arap-İsrail Savaşları sonrası yaşanan mülteci sorunu ve sınırların yeniden belirlenmesi ülkedeki kimlik oluşturma süreçlerini derinden etkilemiştir. Batı Şeria’nın Krallık tarafından 1950 yılında ilhakı ile Doğu Yakası’nın Batı Yakası ile bütünleşmesi Krallığa bölgede Birinci Dünya Savaşı sırasında yeşeren Arap milliyetçiliği ve değerlerini tekrar ön plana çıkarma fırsatı tanımıştır. Savaş sonrası Krallığa göç eden yaklaşık 700,000 Filistinli ülkedeki nüfus dengelerini tamamen değiştirmiş, Mavera-i Ürdünlüler kendi ülkelerinde sayıca azınlık 302 konumuna düşmüşlerdir. Savaş sonrasında Filistinli göçmenlere vatandaşlık veren tek Arap ülkesinin Ürdün olması Krallık’taki kimlik politikalarının Filistin sorunu ile ne derece yeniden yapılandığını göz önüne sermektedir. Bundan dolayı, Ürdün özelinde kimlik oluşturma süreci sürekli değişime ve dönüşüme açık bir süreçtir. Bu çalışmada, dışta yaşanan krizlerin ve bölgesel sorunların Ürdün kimlik politikalarını nasıl yeniden inşa ettiği analiz edilmiştir. Bu yapılırken, kimlik ile dış politika arasında kuramsal bir bağ kurulup kimliklerin devletlerin dış politika hedeflerini nasıl daha meşru kıldığı incelenmiştir. Bu tezin temel amacı rejimlerin dış politika amaçlarını ve önceliklerini ulusal kimliği sağlamlaştırarak nasıl daha kabul edilebilir hale getirebildiklerini analiz etmektir. Kimlikler, sadece devletlerin dış politikadaki isteklerini ve çıkarlarını belirlemekle kalmıyor, aynı zamanda devletlerin bazı davranışlarını meşru, bazılarını ise tam tersine düşünülemez ve kabul edilemez hale getiriyor. Ürdünlü kimliği bu açıdan bakıldığında 1970-71 yıllarında yaşanan iç savaş sonarası ulus-üstü (Arapçı ve İslami) ve ulus-altı (aşiret ve yerel) kimlikleri dönüştüren yeni bir Ürdünlü kimliği yaratma yoluna gitmiştir. Yerli Ürdünlü kimliği yaratma projesi bu bağlamda Benedict Anderson’un hayali cemaatler tezi ile örtüşmektedir. Yerli Ürdünlü kimliğini inşa ederken çeşitli bölgesel ve tarihsel etkenler kullanılmıştır. Bunlar dört ana başlık altında toplanabilir; birincisi Kral ve monarşiye bağlılık geliştirmek; ikincisi Pan-Arap bir kimlikle hem Ürdünlüleri hem de Filistinlileri kaynaştırma duygusu (qawmiyya, ulus-üstü Arap milliyetçiliği) yaratmak; üçüncüsü Filistin meselesinin çözümüne yönelik siyaset üretmek; ve son olarak Batı Yakalılar ve Doğu Yakalılarından oluşan ortak bir ulus oluşturmaktadır. Ürdün ve Filistin’in içiçe girmiş tarihleri, özellikle Batı Şeria’nın Ürdün Krallığı tarafından 1950 yılında ilhakı ile daha da karmaşık hale gelmiştir. Bu tarihten itibaren ülkedeki ulus-devlet inşası Filistin meselesinin çözümsüzlüğü ile doğrudan bağlantılı bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ürdün’e göç eden Filistinlilere vatandaşlık verilmesi ile melez bir Ürdünlü kimliği yaratılmak 303 istendiyse de, 1970’lerin başında yaşanan “Kara Eylül” olayı Krallığın hayati önem taşıyan kararlar almasına yol açmıştır. Bu kararlar arasında rejimin kimlik politikaları fazlasıyla ön plana çıkmaktadır. Ürdün’de yaşanan iç savaş ülkedeki Filistinli-Ürdünlü ayrımını keskinleştirmiş ve bu tarihten itibaren Ürdün, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) için bir üs olmaktan çıkmıştır. Emirliğin ilk yıllarından bu yana yaratılmak istenilen yerli Ürdünlü kimliğinde eksik kalan “öteki” kavramı, Kara Eylül olaylarıyla ortaya çıkan kutuplaşma ile ulus oluşturma sürecine ilk kez eklemlenmiş olunuyordu. Böylece 1950 yılından bu yana rejimin uyguladığı Batı Yakalı Filistinlileri kontrollü homojenleştirme çabaları, iç savaş sonrasında yerini ‘Önce Doğu Yakası’ yaklaşımına bırakmıştır. Ürdün kurulduğundan itibaren meşruiyetini Bedeviler ve aşireterden kazanmış, iç savaş sonrasında ise yerel kimlikler ve aşiretlere olan vurgu artırılarak Filistin ve PanArap öğeleri kimlik oluşturma sürecinden ayrıştırılmaya çalışılmıştır. Bu açıdan bakıldığında, FKÖ ile Ürdün güvenlik kuvvetlerini karşı karşıya getiren iç savaş ülkedeki kimlik ve ulus oluşturma sürecine yeni bir ivme kazandırmıştır.
Civil-Military Relations and Democratisation in the Mediterranean Region: To understand the Lebanese political system and to discuss its sustainability represents a primordial importance because it illustrates the possibilities and difficulties of having a pluralist democracy in societies with highly differentiated sectarian identities. Nur Köprülü underlines the importance of regional crises for debating the future of democracy and civil-military relations in the Middle East.
-
-
-
Turkey and Jordan represent two key actors and allies in the Middle East politics today. Having established longstanding ties dating back to the onset of the Cold War both countries pursue a policy of maintaining stability in the region. Turkey and Jordan have identical foreign policy preferences towards the issues - precisely Syria - and predicaments in the region. The rise the AKP government in Turkey has brought a new era in Turkish Foreign Policy which was founded on the principle of zero problems with neigbors. The new foreign policy approach of Turkey then led to the consolidation of relations between Turkey and the Kingdom. Today, both countries are confronted with the same regional challenges, particularly the sectarian cleveage in Iraq, the influx of Syrian refugees along with the instability in Syria, and the ongoing Palestine-Israeli dispute. The changing regional environment has recently alarmed Turkey and Jordan to sustain the stability and order in the Middle East which have also encouraged both countries to strengthen their deeply-rooted partnership.
Bu rapor, Arap ayaklanmaları sonrası değişen ve dönüşen Orta Doğu coğrafyasında, Türkiye-Ürdün İlişkilerini mercek altına almaktadır. Özellikle Irak ve Suriye'deki gelişmeler ışığında her iki ülke de politikalarını bölgesel istikrar üzerine inşa etmekte ve bu süreçte tarihsel bağlarını güçlendirmektedirler.
-
Arap Baharı veya ayaklanmları, 2011 yılından bu yana Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerini etkisi altına almıştır. Tunus’taki ilk patlama sonrasında yaşanan halk ayaklanmaları Mısır, Suriye, Libya, Bahreyn ve Yemen’e de yayılmıştır. Toplumsal hareketler Ürdün Haşimi Krallığında da yankı bulmuş olmasına karşın, şimdilik halk protestoları ülkeyi tamamen ele geçirmiştir. Ürdün, 1946 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra Arap dünyasının en istikrarlı rejimlerinden biri olarak görülmekteydi. Ürdün ayrıca Arap-İsrail savaşlarının ve Filistinli sığınmacıların 1949 yılında Krallık sınırından geçmelerinin neticesi olarak Batı ülkelerinin gözünde de önemli bir yere sahipti. Öte yandan, Ürdün, Filistinlilere vatandaşlık veren tek Arap ülkesi oldu; diğer deyişle, kısıtlı kaynakları ve Batı yardımına bağlı ekonomisi, Ürdün’ün İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile samimi bir bağ geliştirmesine neden oldu. Krallığın İsrail ile ilişkilerini 1994 yılında normalleştirmesinden sonra, Ürdün, İsrail ile Arap dünyası arasında bir ‘koridor’ görevi üstlenmiştir. Ürdün bölge ülkeleri içerisinde mülteci kabul eden ana ülkelerden bir tanesidir ve Krallığın toplam nüfusunun %23’ünü mülteciler oluşturmaktadır; hatta günümüzde dünyadaki tüm ülkelerin kişi başına düşen mülteci oranı en yüksek olan ülkedir. Filistinliler şimdiye kadar mülteci gruplarının en büyüğünü oluşturmaktaydı. Çoğunlukla 1948-49 ve 1967 yıllarındaki Arap-İsrail Savaşları sonrasında ülkeye gelmiş, 2 milyon Filistinli Ürdün’e yerleşmiştir. Bu sayının %17’si hala mülteci kamplarında yaşamaya devam etmektedirler. Filistinlilere ek olarak 450.000 Iraklı mülteci de 2003 yılında ABD’nin Irak müdahalesi sonrası Ürdün’de yaşamaya başlamıştır. Dahası, Arap ayaklanmalarının da ötesine geçen Suriye krizi Ürdün’e yeni bir mülteci akışına neden olmuştur; öyle ki Ürdün Krallığı şimdilerde dünya genelindeki en yüksek sayıda Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Suriyeleri mültecilerin Ürdün’e göç etmeyi tercih etmelerindeki sebep sadece coğrafik uygunluk ve halihazırda pek çok akrabalarının orada bulunmaları değil, ayrıca Haşimi Krallığının Orta Doğu’daki diğer ülkelere kıyasla daha istikrarlı siyasal sisteme sahip olmasıdır. Ancak, Ürdün’ün Suriye’de devam eden krizin etkileriyle nasıl baş edebileceği önemli bir sorunsal olarak karşımıza çıkmaktadır.
-
-
This paper argues that the purpose of democratization in Jordanian politics is not only a political co-optation policy to cope with the negative effects of the country’s economic recession, but also to ensure the survival of the Hashemite monarchy. The process of democratization in the region has been closely tied with the notions of inclusiveness and exclusiveness. This is due to ‘incomplete’ national identitybuilding formation in most parts of the Middle East. For that particular purpose, the main objective of this paper is not to re-assert the uniqueness of politics in the Arab world, but rather to engage in how politics of regime survival in the case of Jordan shape the process of democratization in the post – 1989 era. Thus this paper will examine the period following the normalization of relations with Israel in 1994, the Palestinian question, the repercussions of current social upheavals in the Arab world, and how these specific circumstances affect Jordan’s democratic opening.
-
-
-
The Arab monarchies remain relatively stable, largely unaffected by the ‘Arab Spring’ upheavals. In particular, the Hashemite Kingdom of Jordan has emerged relatively unscathed from the region's uprisings. The Jordanian case helps underscore the extent to which the polarization between Palestinian-Jordanians and native Jordanians continues to dominate the nature of public debate and political reform. While initially the ‘Arab Spring’ generated a spirit of cooperation between these two communities with calls to tackle unemployment culminating in demands for democratization, the persisting schism between them resurfaced when public debates on electoral law commenced. This article analyses the roots and ramifications of the ‘Arab Spring’ in Jordan, as well as the resilience of the kingdom to the nascent social upheavals.
Bu makale, Arap Ayaklanmaları (Baharı) sonrasında bölgedeki birçok ülke toplumsal hareketlerden etkilenmiştir. Ürdün Haşimi Krallığı bu süreçte, ayaklanmalara sahne olmuşsa da Krallık istikrarını korumuş ve siyasi reformlar ile cumhuriyet ile yönetilen rejimlerden farklı olarak, Krallığın meşruiyetinin sarsılmadığı bir örnek ülke olarak karşımıza çıkmaktadır.
In spite of its limited resources, the Kingdom of Jordan is currently deemed one of the most stable regimes in the Arab Middle East. Compared with other countries in the region, Jordan is a testimony to a slow process of regime-led democratization and limited political liberalization. Democratization has been underway in Jordan since 1989). Despite a complete ban on political parties during the martial law period (1957-1992), the Islamic Action Front (IAF) – the de facto political wing of the Muslim Brotherhood – has nonetheless emerged as the strongest political party in the Kingdom and symbolizes a unique example in the Arab Middle East of an Islamist party that has – so far – managed to work hand in hand with an incumbent regime. An analysis of the IAF is, therefore, necessary for an understanding of the relatively stable change taking place in Jordan’s political landscape. This article examines the changes and continuities shaping Jordan’s democratization process and the motives behind and the limitations of political opening. It also re-evaluates the role of Jordan’s branch of the IAF within this process, analysing the nature and significance of the IAF through an exploration of the Front’s election politics and boycotts.
Arap Baharı sonrasında Ürdün'de demokratikleşme süreçlerine yeni bir bakış açısı getirmeye çalışan bu çalışma, özellikle Müslüman Kardeşlerin Arap Ayaklanmaları öncesi ve sonrasındaki rolüne ve siyasi arenada rejim ile değişen bağlarına vurgu yapmaktadır.
After the Arab uprisings, it has become apparent that Islamists are an integral component of the huge and complex structure in the Middle East, and the recent growth of Islamist activism in the region needs to be addressed. To that end, this article will argue that Islamists and the Ikhwan in the Arab Middle East do not form a monolithic entity and need to be on a case-by-case basis. Following the uprisings one of the key questions regarding Islamist parties has been centered on whether or not affected states will shift from authoritarianism towards political pluralism. The political practices of the Ikhwan movement in Egypt and Tunisia have exhibited clear cut differences from those of their predecessors, while the case of the Ikhwan in Jordan may be seen as a hybrid of the Egyptian and Tunisian cases that has brought the question of the 'moderation-inclusion hypothesis' back to the surface.
After the Arab uprisings, it has become apparent that Islamists are an integral component of the huge and complex structure in the Middle East, and the recent growth of Islamist activism in the region needs to be addressed. To that end, this article will argue that Islamists and the Ikhwan in the Arab Middle East do not form a monolithic entity and need to be on a case-by-case basis. Following the uprisings one of the key questions regarding Islamist parties has been centered on whether or not affected states will shift from authoritarianism towards political pluralism. The political practices of the Ikhwan movement in Egypt and Tunisia have exhibited clear cut differences from those of their predecessors, while the case of the Ikhwan in Jordan may be seen as a hybrid of the Egyptian and Tunisian cases that has brought the question of the ‘moderation-inclusion hypothesis’ back to the surface. Arap ayaklanmalarından sonra İslami hareketlerin Ortadoğu’nun büyük ve karmaşık yapısının ayrılmaz bir parçası olduğu hususunu ve artan İslami aktivizmin irdelenmesi gerekliliğini ortaya koydu. Bu makale, Ortadoğu’da İslami hareketin ve Ihvan’ın yekpare olmadığını ve örnek ülke analizleri ile anlaşılabileceğini öne sürmektedir. Ayaklanmaların ardından ortaya çıkan en önemli konulardan birisini otoriter yapıların yerini siyasal çoğulculuğa bıtakıp bırakmayacağı yönünde olmuştur. Bu çerçevede, İhvan’ın Mısır ve Tunus’ta yürüttüğü siyasal pratikler birbirinden farklılık göstermekte olup, Ürdün ise bahse konu iki ülkenin melez bir örneğini teşkil etmektedir. İhvan içerisindeki bu farklı tutumlar İslami hareketin, ılımlılık-dahil etme hipotezi üzerinden yeniden düşünülmesi ihtiyacını doğurmştur.
The Muslim Brotherhood in Jordan, the key Islamist movement in the country, has had a long-standing symbiotic relationship with the monarchy and, until recently, was not considered a threat to the survival of the Hashemite Kingdom.1 But the rise and fall of the Muslim Brotherhood in Egypt and the growth of militant Islamist groups such as the Islamic State (ISIS) have alarmed the monarchy and led to a drastic shift in the nature of its relations with the Brotherhood from coexistence to persecution. Will the Jordanian regime be able to contain the Islamists and, in turn, will the Brotherhood choose to challenge the throne rather than to acquiesce in its con- tinued suppression?
The Muslim Brotherhood in Jordan, the key Islamist movement in the country, has had a long-standing symbiotic relationship with the monarchy and, until recently, was not considered a threat to the survival of the Hashemite Kingdom.1 But the rise and fall of the Muslim Brotherhood in Egypt and the growth of militant Islamist groups such as the Islamic State (ISIS) have alarmed the monarchy and led to a drastic shift in the nature of its relations with the Brotherhood from coexistence to persecution. Will the Jordanian regime be able to contain the Islamists and, in turn, will the Brotherhood choose to challenge the throne rather than to acquiesce in its con- tinued suppression?
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
**
-
**
/
----
THESIS WRITING
-
--
-
--
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
The course aims to present a broad understanding of the concept of leadership by discussing essays of 13 scholars from different disciplines and with different areas of expertise. It includes the most important historical, psychological, anthropological, political, organizational, sociological, and philosophical perspectives on leadership issues.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Learning Outcome
Learning Outcome
Learning Outcome
-
-
-
/
-
-
-
-
-
-
-
-
Department of International Relations + 392 675 10 00/ 3120
Faculty of Economics & Administrative Sciences, 2nd Floor